12 Haziran 2010 Cumartesi

Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni bakteri, virüs ve nadiren parazitlerin neden olduğu akciğer enfeksiyonu olarak tanımlanır. Akciğerde meydana gelen bu enfeksiyon, alveol adı verilen havayla dolu küçük akciğer keseciklerine iltihap hücrelerinin birikmesine ve yine bu alana kan damarlarından gelen serumun dolmasına neden olur. İçleri serum sıvısı ve iltihap hücreleri ile dolan, yani hava içeriğini kaybeden alveoller solunum işlevlerini yerine getiremezler. Eğer pnömoni yaygın ise hastada solunum yetersizliği görülebilir.

Bağışıklık sistemi normal olan bireylerde pnömoniye neden olan mikroorganizma hastane ortamından ya da hastane dışı ortamdan akciğere yerleşerek enfeksiyona neden olabilir. Bu nedenle hastanede yatan bir hastada, yatıştan 48-72 saat sonra meydana gelen pnömoni hastane kökenli pnömoni, buna karşın hastane ile ilgisi olmayan bireylerde meydana gelen pnömoni ise toplum kökenli pnömoni olarak adlandırılır. Biz bu yazımızda daha çok toplum kökenli pnömonilerden söz edeceğiz.

Toplum kökenli pnömoni için risk faktörleri nelerdir ?

+ İleri yaş,
+ Sigara kullanımı,
+ Aşırı soğuk havaya maruz kalmak,
+ Kronik bir kalp ya da akciğer hastalığının varlığı,
+ Alkolizm, madde bağımlılığı,
+ Bilinç bozukluğu ile seyreden bazı nörolojik hastalıklar,
+ Öksürük refleksinin bozulması,
+ Yabancı cisim aspirasyonu,
+ Zararlı gazlara maruz kalmak,

gibi bazı faktörler pnömoni için risk faktörleri olarak sıralanabilir.

Pnömoni belirtileri nelerdir ?

Pnömoni genellikle ateş, boğaz ağrısı gibi üst solunum yolu enfeksiyonu belirtilerini takiben başlar ve hastalarda bu belirtilerden 2-3 gün sonra yüksek ateş, titreme, hızlı soluk alıp verme, halsizlik, öksürük, balgam çıkarma, nefes almakla batıcı tarzda göğüs ağrısı ve hastalığın ciddiyeti ile ilişkili olarak nefes darlığı, siyanoz gibi semptomlar ortaya çıkar. Atipik seyirli pnömonilerde baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi belirtiler de olabilir. Hastaların birçoğunda dudak ve dudak çevresinde uçuk görülebilir.

Tanı

Yukarıdaki belirtilerle hekime başvuran hastada fizik muayenede saptanan yüksek ateş, ağız çevresinde herpes enfeksiyonlarına bağlı uçuk; dinlemede akciğerde pnömoniye özel solunum seslerinin duyulması gibi bulgular hekimi pnömoni tanısına yöneltir. Pnömonili hastalarda sedimantasyon hızı ve kandaki lökosit sayısının arttığı saptanır ve nihayet akciğer grafisinde görülen bazı değişiklikler ile yukarıda sayılan klinik bulguların ışığında pnömoni tanısına ulaşılır.

Pnömoni Tedavisi

Pnömoni tanısı konulan hastada hekim öncelikle hastanın klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularına dayanarak tedavinin evde mi yoksa hastane koşullarında mı yapılacağına karar verir.

Aşağıdaki kriterlerden birinin varlığında hasta hastane koşullarında tedavi edilmelidir.

+ 65 yaş üzeri hasta,
+ Kronik akciğer, kalp veya böbrek hastalığı varlığı,
+ Alkolizm veya madde bağımlılığı,
+ Evde 3 günlük antibiyotik tedavisine yeterli yanıt alınamayışı,
+ Bilinç bozukluğu,
+ Aşırı tansiyon düşüklüğü,
+ Akciğer grafisinde yaygın pnömoniye ilişkin bulguların varlığı,
+ Lökosit sayısının çok yüksek ya da çok düşük oluşu,
+ Tabloya plörezinin eşlik etmesi,
+ Böbrek yetersizliği tablosu gelişmesi,
+ Aşırı kansızlık,
+ Solunum sayısının çok artması,
+ Siyanoz varlığı

Yukarıdaki kriterleri taşımayan, genel durumu iyi olan genç hastalarda yakın takipte kalmak şartıyla evde antibiyotik tedavisi ve istirahat önerilir. Kullanılacak antibiyotiğe pnömoninin klinik bulguları ve olası etken mikroorganizma türüne göre hekim karar vermelidir. Yetersiz antibiyotik kullanımları tablonun ağırlaşmasına neden olabilir. Tedavinin ilk 3-5 günü içerisinde ateş düşer, diğer belirtiler geriler ve hastalık genellikle 1-2 haftada tam olarak iyileşir.

Hastane koşullarında tedaviye alınan hastalarda da derhal olası etken mikroorganizmalara yönelik antibiyotik tedavisi başlanılır. Tedavi sırasında eğer gerekli görülür ise balgam muayeneleri, kan kültür çalışmaları ve diğer bazı tetkikler istenebilir. Bu tür hastalarda antibiyotik tedavisi ile birlikte altta yatan akciğer, kalp ya da böbrek hastalığına yönelik tedaviler ve diğer destekleyici tedavi yöntemlerine başvurulur. Tüm bu çabalara rağmen solunum yetersizliği tablosu gelişen hastalarda yoğun bakım ve mekanik ventilasyon desteği sağlanmalıdır.

Pnömoni bazı olgularda tümör ya da yabancı cisim gibi bronşta tıkanmaya neden olan bir süreç arkasındaki akciğer alanında ortaya çıkabilir (obstrüktif pnömoni). Bu tür olgular genellikle antibiyotik tedavisine kısmi direnç gösterebilirler ancak bazen de uygulanan tedavi ile pnömoni ve pnömoninin röntgen bulguları tamamen düzelebilir ve altta yatan hastalık gözden kaçırılabilir. Bu nedenle özellikle sigara kullanan 40 yaşından büyük hastalarda tedavi sonrası bronkoskopik değerlendirme ile bronş içi tıkayıcı bir hastalık olup olmadığı kontrol edilmelidir.

Pnömoniden korunma

Pnömoniden korunmak için KOAH, bronşektazi, astım, kalp yetersizliği gibi kronik hastalıkların varlığında ve ileri yaştaki hastalarda, pnömoni ve grip aşılarının hekim kontrolünde uygulanması gerekir.


Plörezi (Akciğer zarında sıvı birikmesi)

Biri akciğerin dış yüzünü diğeri ise göğüs duvarının iç yüzünü saran 2 akciğer zarı (plevra) arasında kalan potansiyel boşlukta (bkz: pnömotoraks) sıvı birikmesi olarak tanımlanan plörezi, birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar. Normalde bu 2 plevra yaprağı arasında kayganlığı sağlayacak çok küçük miktarda sıvı mevcuttur. Bu sıvı akciğerin dış zarından salınır ve esas olarak akciğerin dış yüzünü örten iç zardan geri emilir. Yani plevra boşluğunda sürekli bir sıvı hareketi olmakla beraber salınan ve geri emilen sıvı denge halinde olduğundan sıvı miktarı yaklaşık 20 mililitre(ml) düzeyinde sabit kalmaktadır. Birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak salınan sıvı miktarında artma ya da geri emilimde bir blokaj meydana geldiğinde, bu denge bozularak plevra boşluğunda sıvı miktarı artar ve plörezi adı verilen klinik tablo ortaya çıkar.

Plöreziye neden olan akciğer hastalıkları

Verem, akciğer ve akciğer zarı kanseri, zatürre, pulmoner emboli, sarkoidoz, akciğer absesi gibi birçok akciğer hastalığı sıklıkla plöreziye neden olmaktadır. Ülkemizdeki gibi verem sıklığının yüksek olduğu bölge ve ülkelerde, plörezinin başlıca nedeni verem hastalığıdır. Verem hastalığı nedeniyle ortaya çıkan plöreziler her yaş grubunda görülmekle birlikte daha çok genç erişkinlerde karşımıza çıkar. Verem kontrolünde başarılı olmuş ülkelerde ve ileri yaş grubundaki hastalarda, plevrada sıvı birikimine yol açan başlıca hastalık akciğer kanseridir. Akciğer kanserinde kanser dokusunun doğrudan komşuluk yoluyla plevrayı istila etmesi ya da kan dolaşımına kaçan kanser hücrelerinin kan yoluyla plevraya yerleşmesi neticesinde ortaya çıkan plevral hastalık sıvı birikimine neden olmaktadır. Yine bakteri ve virüslere bağlı ortaya çıkan pnömoni hastalığında plörezi bir komplikasyon olarak gelişebilir. Ülkemizde olduğu gibi asbest ve doğada bulunan bazı minerallerle temasın yüksek olduğu bölgelerde, bu maddelere bağlı olarak gelişen akciğer zarı kanseri de (bkz:mezotelyoma) çoğunlukla plevra boşluğunda sıvı birikmesine yol açmaktadır.

Plöreziye neden olan akciğer dışı hastalıklar

+ Kalp yetersizliği,
+ Böbrek yetersizliği, üremi,
+ Karın zarında batın içerisindeki hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan sıvının diyaframdan plevra boşluğuna kaçması,
+ Troid hastalıkları,
+ Akciğer dışı kanserlerin plevra ve akciğere metastazları (meme, over Ca gibi),
+ Yemek borusu kanserlerinin plevraya yayılması,
+ Lenfomalarda göğüs içi lenf bezlerine ya da doğrudan plevraya yayılma,
+ Kardiak by-pass operasyonları sonrası,
+ Kalp enfarktüsü sonrası,
+ Yemek borusunda yırtılma olması,
+ Karaciğer sirozu,
+ Romatoid artrit, Sistemik Lupus eritematosus gibi konnektif doku hastalıkları,
+ Ailevi akdeniz ateşi,
+ Bazı ilaçların kullanılması,
+ Göğüse radyoterapi uygulanması,

gibi birçok hastalık ve durumda plevra boşluğunda sıvı birikimi yani plörezi görülebilir.

Plörezinin belirti ve bulguları

Plöreziye neden olan akciğer ya da akciğer dışı hastalığa ait belirtilerin dışında göğsün yan kısmında hissedilen batıcı tarzda ağrı, toplanan sıvının miktarına bağlı olarak değişen şiddette nefes darlığı en sık rastlanılan belirtilerdir. Ağrı bazı hastalarda omuz veya karında hissedilebilir. Sıvının ilk toplanmaya başladığı dönemlerde hastalar derin nefes alma esnasında, hasta tarafta bir gıcırtı sesi hissedebilirler. Bu ses 2 plevra yaprağının birbirine sürtünmesiyle oluşur ki hastaların muayenesi sırasında hekim tarafından da duyulabilir. Sıvı toplanmasına ait bu belirtilerin dışında altta yatan hastalığa ait şikayetlerin sorgulanması ayırıcı tanı yönünden önemli olabilir. Yüksek ateş, üşüme ve titreme ile başlayan hastalık tablosu daha çok akciğere ait bir enfeksiyon ve bunun komplikasyonu olarak gelişmiş plöreziyi düşündürürken, akciğer tüberkülozlu bir hasta ile teması olan ve iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemeleri, öksürük gibi yakınmaları olan hastada plevra zarının tüberküloz hastalığı akla gelmelidir.

Plörezide tanısal yaklaşımlar

1. Görüntüleme yöntemleri

Yukarıdaki yakınmalarla hekime başvuran hastada ayrıntılı bir anamnez sonrası yapılan muayenede, sıvı toplanan tarafta solunum seslerinde azalma ya da kaybolma saptanması ile plöreziden kuşkulanılır. İlk tanısal tetkik genellikle standart akciğer grafisinin çekilmesidir. Akciğer grafisinde birçok olguda sıvının oluşturduğu gölge görülebilmekle beraber minimal sıvı birikiminde akciğer grafisinde bulgu olmayabilir. Eğer hekim yine de plöreziden şüpheleniyorsa göğüs ultrasonografisi isteyerek az miktardaki sıvıyı saptayabilir. Gerek görülen olgularda bilgisayarlı tomografik tetkikle sıvının özellikleri ve akciğer dokusu hakkında daha detaylı bilgi edinilir.

Akciğer grafisi veya bilgisayarlı tomografide plevra boşluğunda toplanan sıvının yanısıra sıvıya neden olan esas akciğer hastalığına (örneğin akciğer kanseri, verem vs.) ilişkin bulgular saptanabilir.

2. Torasentez

Torasentez bir enjektör yardımı ile göğüs duvarından plevra boşluğuna girilerek bu alanda biriken sıvının alınması işlemidir. Plörezide 2 amaçla torasentez yapılır. Hastada nefes darlığına neden olmayan az miktarda sıvı birikimi söz konusu olduğunda tanıya yönelik tahlillerin yapılması amacıyla gerçekleştirilen torasentez, gerektiğinde sıvıyı boşaltarak hastanın nefes darlığının giderilmesine yönelik olarak da uygulanır.

Torasentezle elde edilen sıvının birçok özelliği sıvı birikimine neden olan asıl hastalığın ortaya konulmasında yol göstericidir. Bazen enjektöre çekilen sıvının görünümü bile daha hiçbir laboratuar yöntemine başvurmadan tanı koydurucu olabilir. Örneğin elde edilen bu sıvı sarı-yeşil iltihap görünümünde ve kötü kokulu ise hastada plevranın enfeksiyonu olan ampiyem tanısı konulabilir ve daha diğer tetkikler devam ederken antibiyotik tedavisi başlanılır. Bakteriyoloji laboratuarına gönderilen sıvıda bakteri varlığı araştırılırken biyokimyasal incelemede sıvının içerdiği protein, LDH (laktik dehidrogenaz enzimi), Ph gibi özellikleri değerlendirilir. Ayrıca patoloji laboratuarına gönderilen sıvıda kanser hücresi olup olmadığı incelenir.

3. Kapalı plevra biyopsisi

Yukarıda tanımlanan yöntemlerle plöreziye neden olan hastalığın tanısına ulaşılamayan hastalarda atılacak 3. adım kapalı plevra biyopsisidir. Kapalı plevra biyopsisi lokal anestezi ile göğüs duvarından plevra boşluğuna özel bir iğne ile girilmesini takiben akciğer zarından parça alınmasıdır. Alınan plevra parçaları patoloji ve bakteriyoloji laboratuarlarına gönderilerek incelenir. Bakteriyoloji laboratuarında kültür çalışmaları ile dokuda verem mikrobunun varlığı saptanırsa bu aşamada tanıya ulaşılır. Ayrıca patoloji laboratuarında incelenen plevra dokusunda kanser ve diğer hastalıklara ilişkin bulguların varlığı halinde yine kesin tanı elde edilir. Plevra dokusunun tüm göğüs iç duvarını örttüğü düşünüldüğünde tek bir noktadan iğne ile alınan biyopsinin bizi her zaman kesin sonuca götüremeyeceği aşikardır. Kapalı plevra biyopsisi ile tanı konulamayan olgularda, hastalığın özelliklerine göre torakoskopi veya açık plevra biyopsisi yapılmalıdır.

4. Açık plevra biyopsisi ve Torakoskopi

Açık plevra biyopsisi genel anestezi altında göğüs duvarının küçük bir kesi ile açılıp doğrudan plevradan parça alınması anlamına gelmektedir. Torakoskopik yöntemlerin gelişmesi ile günümüzde sınırlı sayıda olguda uygulanmaktadır.

Bugün için yaygın olarak uygulanan yöntem olan torakoskopide yine genel anestezi altında göğüs duvarından açılan küçük bir delikten endoskop ile plevra boşluğuna girilerek ve cihaza bir de kamera ilave edilerek tüm plevra boşluğu görülebilir hale getirilir. Bu görüntülü yöntem sayesinde, hasta olan bölgeden biyopsi alınmasıyla olguların çok büyük bir kısmında kesin tanıya ulaşılır.

Tüm bu yöntemlerin elde mevcut olmasına rağmen çok az sayıda plörezi olgusunda plevrada sıvı birikimine neden olan hastalığın tanısına ulaşılamamaktadır. Bu tür olgularda hastanın uzun süre ile takibi gerekir.

Tedavi

Plörezide sıvı birikimine neden olan hastalığa yönelik olarak cerrahi veya tıbbi tedavi uygulanır.

Mezotelyoma

Son yıllarda ülkemizde sıkça görülmesine rağmen nadir tümörler arasında yer alan mezotelyoma, akciğer, kalp ve karın organlarını çevreleyen sırasıyla plevra, perikard ve periton adı verilen zarlardan orijin alan habis bir tümördür. Çoğu kez asbest maruziyetine bağlı olarak ortaya çıkan bu tümör, en fazla plevrada (akciğer zarı) görülür.

Mezotelyoma için risk faktörleri nelerdir ?

Mezotelyoma için bilinen en önemli risk faktörü asbest maruziyetidir. Lifsel yapıda mineral olarak tanımlanan asbest, birçok sanayi kolunda yaygın olarak kullanılabilmektedir. Örneğin fren balata sistemleri, ısı izolasyon materyalleri ve yalıtım materyalleri üreten iş kollarında ve gemi sanayisinde asbest kullanıldığı bilinmektedir. Asbest kullanılan işyerlerinde yeterli korunma önlemi alınmıyorsa havada uçuşan bu lifsel partiküller solunum yoluyla akciğere girmekte ve oradan akciğer zarına göç ederek mezotelyomaya neden olmaktadır. Mezotelyoma dışında akciğer kanseri gelişiminde de önemli bir risk faktörü olan asbest, ayrıca 'benign asbestoz' adı verilen ve plörezi ya da interstisyel akciğer hastalığına yol açan kanser dışı bazı hastalıklar için de risk faktörüdür.


Prof.Dr.İzzettin Barış, İç Anadolu Bölgesi'de yaptığı araştırmalarda, toprakta bulunan bazı minerallerin de (Erionite gibi) asbest gibi mezotelyomaya neden olduğunu saptamıştır. Anadolunun bazı yörelerinde beyaz toprak adı verilen bu mineralleri içeren toprak, sıva ve boya malzemesi olarak evlerin duvarlarına sürülmekte ve bu nedenle bu bölgelerde mezotelyoma sık görülen bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son yıllarda yapılan çalışmalarda SV adı verilen virüsün mezotelyoma gelişimi ile ilişkili olabileceği bildirilmiştir.

Mezotelyomada belirti ve bulgular nelerdir ?

Hastalık çoğunlukla akciğer zarında sıvı birikimine yani plöreziye neden olduğu için ilk belirtiler çoğu kez sırt, göğüs ve yan ağrısıdır. Başlangıçta nefes almakla batıcı karakterde olan ağrı, giderek süreklilik kazanır ve şiddetini arttırır. Plevra boşluğunda biriken sıvı miktarının artması ile hastada nefes darlığı ortaya çıkar. Bunun dışında öksürük, nadiren çomak parmak, hastalığın yaygınlığı ile ilişkili olarak karında şişme, karın ağrısı gibi belirtiler de olabilir.

Mezotelyomada tanısal yaklaşım

Yukarıda belirtilen yakınmalarla hekime başvuran hastada yapılan muayenede hasta tarafta solunum sesleri azalmıştır ve genellikle göğsün hasta tarafının sağlam tarafa göre hafif küçülmüş olduğu saptanmıştır. Yine hasta tarafta omuz daha düşük pozisyondadır. Standart akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografik tetkikte plevra boşluğunda sıvı toplandığı akciğer zarının akciğeri bir zırh gibi saracak şekilde kalınlaşmış olduğu görülür.

Radyolojik yöntemlerle plevra boşluğunda sıvı saptanan hastadan bir enjektör yardımı ile bir miktar sıvı alınarak incelenir. Sıvıda tümör hücrelerinin görülmesi ile nadir olgularda mezotelyoma tanısı konulabilir ancak kesin tanı için çoğu kez doku parçasına yani biyopsiye ihtiyaç vardır. Biyopsi kapalı plevra biyopsisi, açık plevra biyopsisi ya da torakoskopik yöntemlerle yapılabilir (bkz: plörezi).

Tedavi

Biyopsi materyalinin incelenmesi ile mezotelyoma tanısının konulmasını takiben tedavi planlaması yapılmalıdır. Mezotelyomanın epitelyal, sarkomatöz ve mixt tip olmak üzere 3 alt grubu vardır. Sarkomatöz ve mixt tip mezotelyomada kemoterapi ve radyoterapi uygulanırken, epitelyal tip mezotelyomada karşı akciğer ya da diğer uzak doku ve organlara metastaz yoksa cerrahi tedavi seçeneği de mevcuttur. Cerrahi girişim sonrası hastaya kemoterapi ve radyoterapi de uygulanmalıdır.

Akciğer embolisi

Akciğer embolisi (pulmoner emboli)

Akciğer embolisi, akciğer atardamarı veya onun dallarından bir ya da birkaçının kan pıhtısı ile tıkanması sonucu ortaya çıkan klinik tablodur. Akciğer embolisi derin ven trombozu adı verilen genellikle bacak ve veya baldır toplardamarlarında oluşan pıhtının bir parçasının yerinden kopup dolaşıma katılması ve nihayetinde akciğer atardamarına gelerek burada bir tıkanmaya yol açması ile oluşur. Yani akciğer embolisini başlı başına bir hastalık olmaktan çok derin ven trombozunun komplikasyonu olarak ele almak daha doğru bir yaklaşımdır.

1856 yılında Wirchow derin ven trombozu ve dolayısıyle pulmoner emboli oluşumu için risk faktörlerini tanımlamış ve bu risk faktörlerini 3 grupta ele almıştır.Wirchow'a göre, kanın damar sisteminde dolaşımının yavaşlaması veya durması yani venöz staz, bireyin pıhtılaşma sisteminde aşırı pıhtılaşma yönünde bir farklılaşma olması (hiperkoagülabilite) ve damar duvarında hasar oluşması derin ven trombozu için risk oluşturmaktadır.

Venöz staz'a neden olarak pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :
+ Uzun süreli olarak yatakta hareketsiz kalmak (ameliyat sonrası dönemde veya yatalak hastalarda),
+ İleri yaş,
+ Ciddi KOAH,
+ Pelvik venler, bacak ve baldır venlerinde kan akımında azalmaya yol açan gebelik; batın içi tümörler,
+ Kalp yetersizliği,
+ Varisler,

Aşırı pıhtılaşma nedeniyle pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :
+ Aşırı pıhtılaşmaya neden olan genetik faktörler,
+ Kanser hastalığı, bazı böbrek hastalıkları, gebelik, bazı kan hastalıkları,barsak hastalıkları, doğum kontrol ilaçları gibi bazı ilaçlar,
+ Aşırı kilo,

Damar duvarının hasarı yoluyla pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :
+ Travma,
+ Cerrahi girişimler en önemli risk faktörleri olarak sıralanabilir.

Hastalık belirtileri nelerdir ?

Akciğer atardamarının uç dallarını tutan küçük pulmoner emboli olgularının çoğunda klinik bulgu yoktur yada hafif göğüs veya yan ağrısı, hafif nefes darlığı gibi çoğu kez hastanın hekime başvurmasını gerektirmeyecek belirtiler vardır.Daha büyük damarların veya daha çok sayıda akciğer atardamarının tıkandığı olgularda ise şiddeti değişmekle birlikte ani başlangıçlı nefes darlığı, göğüs, sırt veya yan ağrısı, öksürük ve hemoptizi (kan tükürme) görülür.

Hafif şiddetteki olgularda hekimin fizik muayene bulguları normaldir hatta çok daha büyük damarların tıkandığı birçok olguda da muayene bulgusu olmayabilir.

Tanı

Pulmoner embolide erken tanı hayat kurtarıcıdır. Yapılan çalışmalarda hastanede yatan hastalarda önlenebilir ölüm nedenlerinin başında pulmoner embolinin geldiği saptanmıştır. Yine pulmoner emboli nedeniyle yaşamını yitirmiş hastaların büyük çoğunluğunun tanı konulamamış ve dolayısıyla tedavi başlanamamış hastalar olduğu görülmektedir. Ancak tüm bunlara karşın pulmoner emboli tanısının konulması çoğu kez pek kolay değilidir ve deneyim gerektirir. çünkü hastalık belirtileri spesifik değildir yani başka hastalıklarda da karşımıza çıkan belirtilerdendir ve çoğu kez fizik muayene ve ilk planda yapılan akciğer grafisi, EKG, hemogram gibi tetkikler normaldir.Tanı için hastadan ayrıntılı bir anamnez alınması gerekir ayrıca hekim gerek anamnez alırken ve gerekse tetkikleri isterken pulmoner emboli olasılığını düşünmeli ve buna yönelik olarak hastada risk faktörü varlığını araştırmalıdır. Risk aktörlerinden bir veya birkaçının varlığı ile birlikte bir başka nedene bağlanamayan ani nefes darlığı ve arter kan gazı analizinde kandaki Oksijen miktarında düşme saptanması durumunda pulmoner emboli akla gelmelidir. Tanı için standart akciğer grafisi, arter kan gazı analizi, EKG, EKO kardiografi, bacak ve baldır toplardamarlarının Dopler ultrasonografisi, akciğer sintigrafileri ve spiral BT gibi yöntemlerden yararlanılır.

Tedavi

Pulmoner embolide tanı konulur konulmaz pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar ile tedaviye başlanmalıdır. Hatta risk faktörlerinin mevcudiyeti halinde birçok olguda kesin tanı konulmadan önce yani tetkikler devam ederken tedavi başlanılır. Tedavi süressi genellikle 3-6 ay arası olup genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülen olgularda bu süre daha uzun tutulur. Bu tür olgularda yaşam boyu tedavide önerilebilir.

Bronkoskopi

Bronkoskopi

Bronkoskop Bronkoskopi birçok akciğer hastalığının tanı ve tedavisinde kullanılan çoğu kez lokal anestezi altında uygulanan endoskopik bir yöntemdir. İlk kez 1897 yılında Gustav Killian tarafından uygulanan bronkoskopi, 1970'li yıllarda Ikeda tarafından geliştirilerek cihazın (bükülebilir)fleksibl olması sağlandı. Bu sayede bronkoskopi lokal anestezi altında hastaya fazla bir rahatsızlık vermeden uygulanabilir hale geldi. Ayrıca Ikeda'dan sonra fleksibl bronkoskoplar giderek daha da gelişerek bronş ağacının daha ileri noktalarına kadar ulaşabilme özelliği kazandılar.

Bronş Ağacı

Çok genel bir tanımlama ile bronkoskopi havayollarının yani bronş ağacının içerden görüntülenmesi işlevini görmektedir.Bu işlem esnasında bronş ağacının anatomisi incelenir ve başta akciğer kanseri olmak üzere birçok hastalığın tanısı konulabilir. Bugün için yaygın olarak kullanılan bronkoskoplar fleksibl özellikte olup bu cihazlarda hastanın bronş ağacına giren kısım oldukça incedir ve bu sayede hastada fazla bir rahatsızlık hissi uyandırmaz. Cihazın uç kısmında yer alan mercek ile havayollarından alınan görüntü fiberoptik sistem ve bu sisteme ilave edilen bir kamera ile monitörden izlenir. İşlem esnasında bronş mukozasından biyopsi alınabilir, fırçalama ile materyal elde edilebilir, ya da bronş ağacına serum fizyolojik verilip geri çekilerek elde edilen bu sıvıda bakteri veya tümör hücrelerinin varlığı incelenebilir. Son yıllarda bronkoskopi esnasında havayollarını daraltan tümör veya tümör dışı hastalıklarda lazer veya koter uygulamaları ile bu darlıkların ortadan kaldırılma olanağı da ortaya çıkmıştır.Ayrıca yine sonyıllarda geliştirilen otofloresan bronkoskopi tekniği ile bronş ağacından kaynaklanan tümörler çok erken dönemde henüz normal bronkoskoplarla görülemeyecek ya da farkedilemeyecek dönemdeyken oluşturduğu renk farklılığı ile saptanabilir. Sağ alttaki şekilde, yeşil zemindeki kırmızımsı alanlar, erken safhadaki tümörü ortaya koymaktadır.

Kimlere bronkoskopi yapılmalı ?

1.)Tanı amaçlı

Otofloresan Bronkoskopi + Çeşitli nedenlerle çekilmiş akciğer grafisi ya da bilgisayarlı tomografide akciğer tümörünü düşündürür lezyon varlığında,
+ Akciğer grafisinde herhangi bir lezyon saptanıp diğer yöntemlerle tanı konulamamış olgularda,
+ 2 haftadan uzun süren ve KBB uzmanı tarafından doğrudan ses tellerinin bir hastalığı düşünülmemiş ses kısıklığı varlığında,
+ Akciğer grafisi, tomografi, alerji testleri, solunum fonksiyon testleri ile incelenmiş ancak bir neticeye ulaşılamamış uzun süredir devam eden kronik öksürük varlığında,
+ Öksürükle birlikte kanlı balgam ya da kan tükürme durumunda,
+ Nefes darlığı yakınması ile başvurup yapılan incelemelerde nefes darlığını açıklayacak bir tanıya ulaşılamamış olgularda,
+ Nefes alıp verme esnasında özellikle belirli bir akciğer alanında hışıltılı solunum duyulan ve bunu açıklayacak başka bir neden saptanamayan olgularda,
+ Nefes borusuna yabancı bir cisim kaçıran hastalarda,
+ Göğüs travmaları ve yaralanmalarında,
tanısal bronkoskopi yapılmalıdır.

2.)Tedavi amaçlı

+ Bronşlarda aşırı sekresyon (ifrazat) birikimi varlığında bunları temizlemek amacıyla,
+ Havayollarındaki yabancı cisimleri çıkarmak amacıyla,
+ Trakea ve ana bronşlardan kaynaklanan ve hastada aşırı nefes darlığı ve boğulma hissine neden olan iyi ya da kötü huylu tümörlerin girişimsel bronkoskopi uygulamaları yani lazer, argon plazma koter, elektrokoter, cryocoter ile tümörün çıkarılması amacıyla,
+ Yine trakea ve ana bronşların çeşitli nedenlerle oluşmuş darlıklarının tedavisi için stent uygulaması amacıyla,
terapötik bronkoskopi yapılmalıdır.

Bronkoskopi öncesi hastanın hazırlanması

Bronkoskopi hastanın hekim ile yüksek düzeyde işbirliğini gerektirdiğinden herşeyden önce hastaya yapılacak bronkoskopinin amacı, yapılmaması durumunda olası kayıplar ve işlemin nasıl uygulanacağı detaylı bir biçimde anlatılmalıdır. Lokal anestezi ile yapılan fiberoptik bronkoskopi öncesi hastaya en az 6 saat aç kalması önerilir. Bu amaçla eğer işlem sabah yapılacaksa gece 24:00 ten itibaren yeme ve içme kesilir.

Lokal anestezi ile yapılan bronkoskopi genellikle ameliyathane koşulları gerektirmez ve bir ofis prosedürü olarak uygulanır. Hasta bronkoskopi odasına alınarak yapılacak işlem hakkında bir kez daha detaylı bilgi verilir ve uygulamaya başlanılır.

Lokal anestezi ile fiberoptik fleksibl bronkoskopi nasıl yapılır ?

Bronkoskopi Hastaya bronkoskopi işleminden 1/2 - 1 saat önce bronşial ifrazatları azaltmak amacıyla kalçadan iğne yapılır. Bronkoskopi odasına alınan hastanın ağız ve boğazı bir sprey yardımıyla uyuşturulur. Burada yapılan lokal anestezinin amacı öksürük ve öğürtü refleksini baskılamak hastanın endoskopun ağzına girmesi ile oluşacak bulantı hissini ortadan kaldırmaktır. Bronkoskopi esnasında ağrı olmaz bu nedenle yapılan anestezi ağrıya yönelik değildir. Ağız ve boğaz uyuşturulduktan sonra eğer gerekiyorsa sedasyon (sakinleştirme) sağlamak amacıyla damar yoluyla bir iğne daha yapılarak hemen arkasından bronkoskop ağız ya da burundan önce gırtlak ve buradan ses tellerinin arasından ana hava yoluna (trakea) ilerletilir (şekil 6). Bu esnada hastanın ses tellerinin hareketleri ve anatomisi de incelenir. Bronkoskopun havayoluna ilk girişi esnasında ve uygulama sırasında zaman zaman öksürük olabilir bunun dışında yukarıdada belirtildiği gibi hasta ağrı ya da acı duymaz. Öksürüğü baskılamak için ise bronkoskop içinden lokal anestezik madde verilerek uygulamaya devam edilir. Fiberoptik bronkoskopla trakea, sağ ve sol ana bronşlar, solda 2 loba sağda ise 3 loba ait bronşlar ve bu lob bronşlarının segment bronşları görülebilir. Bu sayılan düzeylerde bronkoskop içersinden biyopsi alınabilir, lavaj yani yıkama yapılabilir ve elde edilen materyaller bakteriyolojik ve sito-patolojik incelemeye gönderilebilir. Fleksibl bronkoskopi işlemi ortalama 10-12 dakika sürmektedir. İşlem sonrası hasta evine gönderilebilir. İşlem sonrasında ağız ve boğaz uyuşuk durumda olduğundan 2 saat boyunca hasta yememeli ve içmemelidir.

Solunum Fonksiyon Testleri

Solunum Fonksiyon Testleri

Solunum fonksiyon testleri, göğüs hastalıkları uzmanları veya daha genel bir yaklaşımla akciğer sağlığı ve hastalıkları ile uğraşan hekimlerin en sık başvurduğu tanı yöntemidir. Solunum fonksiyon testleri spirometre denilen cihazlarla yapılır. Solunum fonksiyon testlerinin uygulamaya girdiği ilk yıllarda çok büyük maliyeti olan ve oldukça büyük laboratuarlara gereksinim duyan bu cihazlar, günümüzde elektronik ve bilgisayar teknolojisinin bu alanda kullanılması ile artık cepte dahi taşınılıp hastanın bulunduğu yerde uygulanabilen pratik aletlere dönüşmüştür. Solunum fonksiyon testleri çok genel bir yaklaşımla akciğerlerin kapasitesini ve fonksiyonel durumunu objektif olarak ölçmeye yarar. Yani bu test ile akciğerlerin alabildiği hava hacmi ve bu havanın akciğere alınması ve verilmesi esnasında yapılan güçlü solunum faaliyeti ile oluşturulan hava akım hızı ölçülebilir. Bu iki parametre birçok hastalığın tanısında son derecede önemli ip uçları vermektedir. Örneğin Astım ya da KOAH(Kronik bronşit, amfizem) hastalarında akciğerleri tamamen hava ile doldurduktan sonra yapılan çok güçlü ve hızlı bir nefes verme sırasında ölçülen akım hızlarında normal sağlıklı bireylere göre azalma olduğu saptanır ve bu azalma oranına göre hastalık tanısı konulabildiği gibi hastalığın ağırlık derecesi de belirlenir. Ayrıca bu hastaların tedavisinin takibinde yapılan solunum fonksiyon testleri ile tedavinin başarısı ve yıllar içerisinde hastalığın seyri somut olarak izlenebilir. Diğer yandan akciğer dokusu içerisinde yer kaplayan lezyonların varlığında ya da akciğer dokusunda harabiyet ile seyreden hastalıkların varlığında, kalp yetersizliği gibi akciğer ödemine neden olan hastalıklarda,akciğerlerin alabildiği maksimum hava hacmi azalır.

Solunum fonksiyon testleri nasıl yapılır ?

Test sırasında hasta oturur pozisyondadır. Plastik bir mandalla burun kapatılarak burundan soluk alıp verme engellenir. Hasta cihazın ucunda bulunan ve sadece kendisinin kullanacağı tek kullanımlık karton bir ağızlıktan gayet rahat bir şekilde ağızdan nefes alıp verir. Testi yapan hekim ya da teknisyen, uygulanan testin özelliğine göre hastaya çok derin nefes almasını, çok hızlı ve sonuna kadar nefes vermesini ya da kısa bir süre nefesini tutmasını isteyerek test manevralarını yaptırır. Testin sonucu bu manevralar tamamlandıktan hemen sonra alınır ve sonuçlar göğüs hastalıkları uzmanı tarafından yorumlanır.

Hangi durumlarda solunum fonksiyon testleri yapılır?

1. Nefes darlığı, hışıltılı solunum, öksürük varlığında,
2. Muayene bulguları ve akciğer grafisine göre kuşkulanılan tanıyı desteklemek amacıyla,
3. Göğüse ait doğumsal yada sonradan gelişen deformitelerin solunuma etkisini araştırmak amacıyla,
4. Teşhis edilmiş KOAH, astım, kalp yetersizliği ve solunum kaslarını tutan hastalıkların seyrinin ve tedavinin etkinliğinin izlenmesi amacıyla,
4. Solunum hastalığı nedeniyle maluliyet değerlendirmesi yapmak amacıyla,
5. Akciğer hastalığı yönünden risk taşıyan kişi ve grupların taranması (Örneğin sigara içenler, maden ocaklarında çalışanlar, çalıştığı ortamda zararlı gaz soluyan işçiler) amacıyla,
6. Genel anestezi ve ameliyata bağlı solunumsal komplikasyon risklerinin önceden belirlenmesi ve riskli hastalarda ameliyat öncesi dönemde gerekli olan tedbirlerin alınmasını sağlamak amacıyla,

solunum fonksiyon testleri yapılmaktadır.